Araf

Bu gün internette dolaşırken bir Black Sabbath videosu buldum. Bu video Belack Sabbath’ın çok sevdiğim şarkılarından birine aitti. Hemen siteme koydum videoyu. Bunun dışında bir yerli malı olan Araf adlı korku filmimiz ile ilgili biraz bllgi edinmek için Araf kelimesini arattım arama motorunda. Firlm hakkında bilgi almadan önce kendimi oldukça farklı bir pencereden dışarıya bakarken buldum. Aslında belki de farklı bir pencereden içeriye bakıyordum da haberim yokdu. Arama motorunda gelen sayfaya tıklamış ve yazılanları okur bulmuştum kendimi.
 
 
Hiç sıkılmadan okudum yazılanları. Kaçta başladım hatırlamıyorum ama şu an saat 03:38 ve ben Araf suresinin tamamını okudum galiba. Özellikle 189’un mealini çok dikkat çekici buldum. Hani sürekli kadın ve erkeği tartışıyoruz ya o açıdan ilgimi çekti belki de. Herhalde biraz sonra annem uyanır ve odama gelerek "-Yine mi uyumadın?" edasıyla bir bakış fırlatır bana. Ama güzeldir annelerin bu bakışları arada üzücü olsa da.
 
Hah! İşte Ramazan davulcularını duyar gibiyim. Uzaktan yavaşça yaklaşıyor davullar…

The Dharma Bums (Zen Kaciklari)

kitabın orjinal adı ”the dharma bums” yani dharma serserileri.dharma ise gerçek demektir.fakat türkçeye zen kaciklari diye çevrilmiştir.beat kusagi‘nın yaratıcısı ve en önemli temsilcisi olan jack kerouac ve arkadaşlarının gerçek maceraları anlatılır kitapta.yolda‘da olduğu gibi zen kaçıklarında da isimler değişiktir.yolda’nın aksine burda ki esas oğlan gary snyder yani kitaptaki adıyla japhy ryder’dır.jack kerouac’da karşımıza ray smith olarak çıkıyor.yolda’nın esin kaynağı ve esas oğlanı neal cassady (kitaptaki adı cody pomeray) ise burda daha geri plandadır ki bu rol jack kerouacla yaşanmışlıklarıyla hep doğru orantıda devam edecektir bütün beat kuşağı kitaplarında.
 
Aşağıdaki Bölüm http://www.elyadal.org/pivolka/15/beat.htm adresinden alıntıdır. O kadar hoş yazmışlar ki dayanamayıp hayatımda önemli yeri olan bu kitaba dair anlatılanları olduğu gibi aldım.
Jack Kerouac’ın da içerisinde bulunduğu beat hareketini ateşleyen olay 1955’te San Francisco’da düzenlenen ve kuşağın öncülerinin şiirlerini okuduğu “Galeri Altı’da Altı Şair” (Six Poets In Six Gallery) adlı organizasyondur. Bu geceye Allen Ginsberg, dönemin en önemli yapıtlarından biri sayılan “Uluma” (The Howl) isimli şiiriyle katılmıştır:
 

Ne biçim çimentodan ve alüminyumdan bir sfenkstir ki o,
kafataslarını delmiş, beyinlerini ve düş güçlerini kemirmiştir?
Molok! Yalnızlık! Çirkeflik! Çirkinlik! Çöp tenekeleri ve kazanılmayan dolarlar!
Merdiven altında çığlık atan çocuklar! Ordularda hıçkıran çocuklar!
Parklarda ağlayan yaşlılar!
Molok! Molok! Molok! Karabasan! Molok! Aşksız Molok! Düşsel Molok!
İnsanların insafsız yargıcı Molok!
Anlaşılmayan mapus Molok! Acılar topluluğu ve ruhsuz zindanın kuru kafatası Molok!
Yapıları birer yargı olan Molok! Geniş savaşın alabildiğine uzanan
kayalığı Molok! Taş kesilmiş hükümetler Molok!
Kafası saf bir makine olan Molok! Damarlarında kan değil para akan Molok!
Parmakları on ordu olan Molok! Göğsü insan yiyen bir dinamo olan Molok!
Kulağı tüten bir mezar olan Molok!
Gözleri binlerce kör pencere olan Molok! Sokaklarında sonsuz Yehovalar gibi
gökdelenler yükselen Molok! Fabrikaları sis içinde düş gören ve
can çekişen Molok! Bacaları ve antenleri kentleri taçlandıran Molok!
Sevisi sonsuz petrol ve taş olan Molok! Ruhu elektrik ve bankalar olan Molok!
Yoksulluğun dehanın hayaleti sayıldığı Molok! Alınyazısı cinsiyetsiz bir
hidrojen bulutu olan Molok! Adı akıl olan Molok!
Üstünde tek başıma oturduğum Molok! Melekleri düşündüğüm Molok!
Deli Molok! Azgın Molok! Aşksız ve erkeksiz Molok! İçime küçükken
işleyen Molok! İçinde gövdesiz bir bilinç olduğum Molok!
Benim doğal kendimden geçişimden kendimi korkutan Molok!
Uyandığım Molok! Gökyüzünün akan ışığı!
 

O gece orada bulunan Michael Mc Clure, “Uluma”nın okunmasıyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Bir bariyer yıkıldı. Bir insan sesi ve bedeni; Amerika’nın sert duvarına, onun ordularına, akademilerine, kurumlarına, düzeninin sahiplerine ve güç destekli temellerine karşı gürledi.”
Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere, şiir herkesin üstünde büyük bir etki yapmıştı ve dinleyiciler arasında bulunan Lawrence Ferlinghetti, Ginsberg’e şiirini yayımlamayı önerdi. Hummalı çalışmalar sonucunda ortaya çıkan kitap tüm dikkatleri üstüne çekip, on binlerce sattı. Ve beat kuşağı nihayet edebiyat sahnesindeki yerini almış oldu.

Tüm bunları başka kitaplar, başka şiirler izledi. Beat hareketi artık geniş kitlelere ulaşmıştı. Ancak sapkın çocuklarımız alışkın oldukları yaşamdan kopmadan, felsefelerinden ödün vermeden hayatlarına devam ediyorlar; hala otostopla ülkeyi dolaşıyor, dağlara tırmanıyor ve dibine vuruyorlardı… Doğu felsefeleriyle, özellikle zen ve budizmle gerçeğe ulaşma çabalarını sürdürüyorlardı. Bunların izleri, Kerouac’ın “Zen Kaçıkları” (The Dharma Bums) adlı romanında da belirgin olarak görülmektedir:


İçimde bir tedirginlik, sınırı geçiyorum ve El Paso’dan geçip tren istasyonundan sırt çantamı alıyorum; içim rahatlayıveriyor. Gene o üç mili tepip kumluğa varıyorum; ay ışığında kolay oluyor yolumu bulmam ve tırmanıyorum çizmelerimle rap rap diye giderek… Japhy’den dünyanın ve kentlerin mihnetlerini bir yana fırlatıp kendi gerçek ve saf ruhumu bulmayı öğrenmiş olduğumun farkına varıveriyorum. Tek gereksinimim işte bu sırt çantam. (…) Oturup meditasyon yaptım, dualar ettim. Bir kış çölünün gecesinde uyunan uyku gibisi var mı!.. Tabi güzel bir uyku tulumunuz olacak ve başınızı çekeceksiniz içeriye, ıpılık. Öyle sessiz ortalık, insan kendi damarlarındaki kanın kulaklarında zonk zonk çağıldamasını işitebiliyor, ama ondan daha gizemli bir çağıldama daha var işitilen, ki hep bilgelik elmasının kendi gizemiyle gürlemesidir; doğduğun günden başlayıp içine daldığın dünya mihnetlerinin sana
unutturmuş gibi olduğu bir şeyi anımsatırcasına süregiden ulu bir şşş. Sevdiğim kimselere, anneme, Japhy’e anlatabilmeyi çok isterdim bunu; ama bu hiçliği ve ondaki saflığı anlatabilecek sözcük bulamam… Sarkık kaşlı, ak saçlı Dipankara’ya sorulmuştur çokça ‘Tüm canlı varlıklara öğretilmesi gereken kesin bir öğreti var mıdır?’ diye de, onun verdiği yanıt elmasın gürleyen sessizliği olmuştur hep.

Onların felsefeleri tabii ki sadece kendini var etmek adına değil, toplumu da içine almış bir felsefeydi. Bunun doğal sonucu olarak da; kadın erkek ayrımcılığından ırkçılığa, toplumsal eşitsizlikten sınıf ayrımcılığına, eşcinsel ve zencilerin dışlanmasından kadınların cinsel özgürlüğüne kadar pek çok konuda bir karşı duruş oluşturmuşlardı. Topluma sundukları öneri ve kendi yaptıkları ise; dünyayı kasıp kavuran yoğun tüketimi reddetmek, daha fazla sanat ve meditasyondu.

Bu felsefe ve hareket elbette sadece edebiyatla sınırlı kalmadı. Sanatın başka alanlarına da bulaşıcı bir hastalık edasıyla yayıldı. Film yapımcıları, yönetmenler, ressamlar, müzisyenler, yayımcılar, yayınevlerinde çalışanlar ve medyanın diğer kolları da bu akımla dalgalandı. Bütün bu kollar birleşerek Amerika’nın uzun yıllardır içinde barındırdığı bohem geleneğini tazelediler ve Allen Ginsberg’in söylediğini yapmaya koyuldular:“Yapacak büyük bir işimiz vardı ve bunu yapıyoruz. Amerika’nın ruhunu kurtarmaya ve iyileştirmeye çalışıyoruz.”

Eve Donus

Ve işte yeniden eve döndüm!
Tekrar bilgisayarımın başındayım. Benim için oldukça verimli geçti bu tatil. Sessiz, dinlendiriciydi. O kadar alışmışım ki sakinliğe döndüğümde başım ağrımaya başladı şehrin gürültüsünden. Neyse ki arada yüksek sesli müzik dinleyerek bi parça alıştırmışım kendimi bu ortama. Yoksa çatlardı sanırım başım…
Üç yeni şarkıyla döndüm. Üçü için de umutluyum. Güzel oldular bence. Vatana millete hayırlı olsun….

Konser , Temmuz 25

Tatil bitti. Bu gün işe tekrar başlamamın 2. günü. Büyük ihtimalle Ağustosun ilk haftası da tatilde olucam. Ama bakalım neler olacak.
Bu gün teyzemin çocuklarının Sarıyer’de konserleri varmış. Israrla "Gel" dediler. Bir teyzem Sarıyer’de, biri bizim binanın yan bloğunda diğeri de -en küçük olanı – (hoppalaaa yine unuttum o semtin adını. Neydi hani şu salatalıklarıyla ünlüydü, hani
bilmemne hıyarı derler ya! Hah! Hatırladım Çengelköy hıyarı . İşte küçük teyzem de Çengelköy’de
oturuyor. Konseri olacak kuzenler Sarıyer’deki teyzemin çocukları. Bunlar üç kardeşler. En küçükleri -ikiz bunlar- 🙂 aynı grupta. Biri gitar çalıyor, diğeri söylüyor.  Konser Sarıyer’de olacakmış ve halk konseriymiş. Bizimkiler 12 şarkı çalacaklarmış.
Bazen ailem "mahvettin çocukları, senin peşinden geliyorlar" diye takılır bana. En başta da saç meselesi yüzünden. Saçlarını ben uzattığım için uzatmışlar. 🙂 Neyse… bakalım konser nasıl geçecek. Yürüyün be aslanlar kim tutar sizi. :))

Şeffaf

Patlayası olan bir kalp taşıyorum sanki,
Nereye kadar taşıyabilecek bu acıyı bilmiyorum
"Yarın olur da gün döner mi" diye
Sanki balıkçı teknesindeki balık misali çırpınıyorum.
 
Okuyor musun bu satırları?
Bir anlamı var mı senin için?
Kapattığın pencerenin önüne gel
Aşağıda cesedimi bulacaksın…
 
Asansör boşluğunda boşlukta asılı kalmış
Dikişleri atmak üzere bu eski giysilerin
Ütüsü bozulmuş asfalt bir yol gibi
Herkes gibi ol bir yabancı gibi dünden…
 
Başka yerde bulamazsın bu sözleri
Dans başladı, soytarı kralın emrinde
Kızdan sonra mı gelirdi vale, her neyse
Odamın duvarlarında yankılanan adın kaldı…
 
Ben tüm çıplaklığımla karşında duruyorken
Olmam gerekenden daha çıplak olmuşum meğer
O kadar olmuşum ki olmamışım aslında
Cam gibi, su gibi, şeffaf, görünmeyen, hava gibi…
 
İsmail KAYA

Çığlık!

Yavas ve sessizce ölüyorum sanki
Etrafımdaki duvarlar yetmiyormuş gibi bir de içimdeki duvarlar çevreliyor bedenimi…
Çığlık atıyorum ama duyan yok sesimi
Günden güne derin bir yalnızlığın içine çekiyorum kendimi.
Bu büyük bir savaş,
Kişinin kendisiyle girdiği savaştan daha büyüğü ne olabilir ki!
İçinde bir düşman, nereye gitsen seninle
Kaçmayı dene, başarabilir misin sanki!
Sevgilinin yalnız bırakması ne acı!
Ya da yalnız bıraktığını sanmak, anlamaya çalıştığın şu dünya içerisinde
Ses ve ışık bombaları dövüyorken duvarları
Kolay mı kendi şarkını söylebilmek yabancı bir şehirde.
Alt etmekten başka ne seçeneğin var?
Anlaşılmayı bekleme çünkü bu olmayacak
Hiç kimse senin pencerenden bakmıyor dünyaya
… ve şairin dediği gibi günün birinde elbisen kalacak!
Ismail KAYA 23 Mart 2006 Perşembe…
ciglik

Sensizlik

İnsana acı veren karanlık bir perde gibi çöküyor sensizlik üzerime.
Ve ben seni özlüyorum karanlık gecelerde.
Soğuk ve çıplak ay ışığı penceremden süzülürken gecede
Bir adımlık yol kadar yakın ve bir o kadar da uzağım dokunulası sevgime…
 
16.Şubat.2006 (Bu günün kırıntıları-Bir anlık)

Nehirdeki Yaprak

NEHİRDEKİ YAPRAK

(Bizler bu hayat nehrinde ilerleyen akıntıya kapılmış yapraklar gibi değil miyiz ve acılarımız bizleri yoran, hırpalayan hırçın dalgalar değil mi?)

Bir düş kurdum içinde sen vardın
Sabah uyandım yanımdaydın
Zincir vurdum şimdi korkularıma
Uzandım ay ışığında saçlarına

Bir nehirdeyim şimdi, düşlerimin arasında
Dalgalar yanı başımda ve oldukça hırçınlar
Bir nehirdeyim şimdi savrulmuşum rüzgarla
Dalgalar yanı başımda ve oldukça hırçınlar

Bir düş kurdum içinde sen vardın
Bir ev vardı mutluyduk ama uyandım
Geceyi dağıttım kovar gibi
Seyre daldım seni deniz gibi

"Bir nehirdeyim şimdi, düşlerimin arasında
Dalgalar yanı başımda ve oldukça hırçınlar
Bir nehirdeyim şimdi savrulmuşum rüzgarla
Dalgalar yanı başımda ve oldukça hırçınlar"

Bekle güneş doğar elbet bir gün
Belki sen de anlarsın, belki hayal kurarsın
Dinle, şu nehrin sensi dinle, rüzgarın sesini dinle
Geceye bak ve söyle;

Bir gün olur da bir düş kurarsan
İçinde ben olur muyum?
Ya da bir şarkı söylersen tüm kalbinle
Her şey bir rüya yoksun yanımda
Aslında çok çok uzakta bir sevgiydi aradığım
Nehirde bir yaprağım!

Bekle güneş doğar elbet bir gün
Belki sen de anlarsın, belki hayal kurarsın
Dinle, şu nehrin sensi dinle, rüzgarın sesini dinle
Geceye bak ve söyle;

"Bir nehirdeyim şimdi, düşlerimin arasında
Dalgalar yanı başımda ve oldukça hırçınlar
Bir nehirdeyim şimdi savrulmuşum rüzgarla
Dalgalar yanı başımda ve oldukça hırçınlar"

İsmail KAYA
All rights reserved (Tüm hakları saklıdır)

Son yabancı

Yabancılarla konuşma. Çünkü onlar senin gerçeğini
göremezler. Yabancılarla konuşma çünkü onlar kendi içlerindeki
ışığı yutarak senin ışığını çalma çabasındadırlar.
Yabancılarla konuşma çünkü bilmediklerinle doludurlar.
Ve onları sana sunarken vereceklerinin doğruluğunu
dahi bilemezsin. Yabancılarla konuşma çünkü onlar yabancıdır ve daima öyle kalacaklardır. İçlerindeki zehri akıtırlar onlar sen farkına bile varamadan.
Düş kırıklığına uğrarsın merhaba dediğinde. Gözlerine baktığında göreceklerin bil ki korkutacaktır seni. Dokunduğunda hissedeceklerin ürpertecektir tenini.
Kelimeleri bir ok gibi saplanacaktır yüreğine. Düşlerini anlattığında kendini onlardan hissedeceksindir. Gözlerine baktığında emin ol ürpereceksin.
Çünkü onlar sana bir yabancıymışsın gibi bakacaklardır daima!…
Ve gün gelecek sen de onlardan biri olduğunun farkına varacaksın.
Farkına varacaksın ki yabancı olmadığın tek şey aslında kendi benliğin.
Sonra belki de kelimelerin anlamsızlığını farkedeceksin sen de. Ve biliyormusun
günün birinde sen de bir yabancı gibi kaybolacaksın…
Zaten tüm bu koşuşturma geride yabancı olmadığımızı gösterebileceğimiz
bir şeyler bırakmak için değil mi? Toplum denen kalabalığın bizi bir insan olarak anımsaması için değil mi?
Görünmeyen halkalarla bağlamadık mı kendimizi özgürlük diye haykırırken şu kocaman dünyaya? Öyleyse söyleyin
hangimiz yabancı değiliz? Neden bizden, alıştıklarımızdan farklı oldukları için birilerini yabancı ilan etmek zorundayız.
Neden onlara sırf farklı yaşama tarzı seçtikleri için aykırı deriz. Acaba aykırı olan biz miyiz?
Bu notlar senin için yabancı. Aklımda kalan bir kaç soruyu sormak istedim sana düşüncelere dalmışken gecenin kör karanlığında!…!
(1996 denemem)