Okumaya devam etmek için abone olun
Bu blog gönderisinin devamına ve yalnızca abonelere özel içeriklere erişim sağlamak için abone olun.
Bu blog gönderisinin devamına ve yalnızca abonelere özel içeriklere erişim sağlamak için abone olun.
Bugün dünya emekçi kadınlar günü. Bu konuda daha önce de yazmıştım. Aslında acı bir gün olduğunu anımsatmış ve Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözü ile kadına verdiği değeri anımsatmıştım:”Kadınlarını geride bırakan toplum, geride kalmaya mahkumdur!”
“Bugün tilki günüydü
bir büyücü boynunu büktü
dudağına bal sürdü
sihri ile havayı süpürdü.”
"Karanlıktı sokaklar, ürkekti dudaklar, boş duvarlarda yankılanır bir uvertür ve sessiz hıçkırıklar."
Bir şey, bir his, bir söz… yeterli değil dünyada olanları; akıl tutulmasını, kalpsizliği anlatmaya. Ama dokunur belki bir iki yüreğe daha. Belki yakar bir ışık… Bu şiirin, düşüncenin ya da sözlerin; hislerin dışa vuruş şeklinin ne hakkında olduğunu sanırım anlatmaya gerek yok…
“Omuzlarında parlayan
Güneşe vurgunum ben,
Saçlarını savuran,
Rüzgara….Sana değil”
Sözcükler nasıl anlatabilir bu günlerde tanık olduğumuz bu acıyı; vahşeti, insanlık suçunu?
Ne kadar yüce bir kelimedir değil mi “intikam!”, her şeyi haklı kılan, mübah gösteren; ey yüce insan!
2019 yılında yazdığım ve Instagram hesabımda paylaştığım bir kısa şiirimsi…
“Hiç tanımadığım yıldızlara uzanıyorum,
günün düş vakti…”
Bu sabah yağmurda aracımla yol alırken gökyüzünün güneşli ve yağmurlu o eşsiz birleşimine tanık oldum. Bir yanda bulutlar ve yağmurlu gri kasvetli bir hava, diğer yanda bulutların arasından insanın gözünü kamaştıran gün ışığı. Bu manzara hatırlattı bana; gökyüzü gibi olduğumuzu. Hani o karışıklığımızı, içsel bocalayışlarımızı. Hem iyi hem kötü oluşumuzu…Geriye yazmak kaldı…