Özellikle de insanların her şeyi bildiğini sandığı, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oldukları konularda konuşmayı adet edindikleri günümüzün dünyasında asla akıldan çıkartılmaması gereken bir hikaye…
Düşler görülmek ister...
Özellikle de insanların her şeyi bildiğini sandığı, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oldukları konularda konuşmayı adet edindikleri günümüzün dünyasında asla akıldan çıkartılmaması gereken bir hikaye…
Bu günlerde inandırıcılık kavramına fena kafayı taktım. Nedense “hayal” , “saçma” gibi kelimeler üzerine gitmek istiyorum bu günlerde. Bu kelimelerden yola çıkarak kendi dünyalarımıza dokunmak istiyorum bir şekilde. Neden mi? Belki sadece kendimi tatmin için. Size zararı var mı?…
Bu yazıyı okumak için yeterli vaktin yoksa veya okuma tembeliysen en son satırı oku!
“Olmak ya da olmamak! İşte bütün mesele bu!” – W. Shakespeare / Hamlet.
Bir sahne oyunundan en akılda kalıcı, vurucu cümleler bunlar. Bir sanat eserini ölümsüzleştiren bir cümle değil yalnızca. Aynı zamanda izleyicinin, dinleyicinin, okuyucunun yani oluşturucusu tarafından hedef alınan, iletişim kurulmak istenen diğerlerinin düşüncelerine de ışık tutan, yansıtan ve hatta çoğu kez gözünü kamaştıran bir ayna bir köprü…
Ne güzel demiştir O, “Cennet annelerin ayağı altındadır!” diye. Bu gün değil, çoook öncesinde! O söz değil midir ki bu günün anlamını taçlandıran? O nur değil midir ki bu günün yolunu aydınlatan? Unutmuş gönüllere su olsun, kadının değerini unutanlara yol olsun!… Ey ana; kadınlar günün kutlu olsun! Arada bir unutsak da sen unutma; cennet ayaklarının altında! – Benden, bu günün anlamına dair…
Bilinmezlik! Her zaman insanları içine çeken kara bir delik gibidir. İçeri girmek istersin, bulmak istersin! Bilinmeyeni bilmek, görmek ve bilinmeyene dokunmak istersin. İlk olmak istersin! Çünkü özel olmak istersin! Eğer bir de neyi nasıl aradığını biliyorsan durum daha da zevk verici bir hal almaya başlar çünkü çoğu kez aradığından farklı şeylerle; sürprizlerle karşılaşırsın. İçinde bulunduğumuz 2012 yılı bizler için işte böylesi bir gizeme gebe…
Tarih 31 Ekim 2006 . Kırıntılar adlı bloğumda Aklıma gelen bir söz başlığı altında yazmışım: “Bilgi peşinde koşmak okyanusta kulaç atmaya benzer; önce tutunacak sağlam bir yer bulmalısın” diye. Şimdi tarih çizelgesinde 2012 yılının ilk ayının ikinci gününü geride bırakırken ve yeni umutlarla yeni yıla “yeniden” yeni bir başlangıç yapıyorken bu söz üzerinde durmak istedim…
Yılmaz Özdil! Nasıl bir adamsın sen ya?! Nasıl bir insansın. Neden azdır senin gibiler? Hay dilin, kalemin çok yaşasın! Bu kadar cuk diye oturur kelimeler, bu kadar inceden acıtır bir kalem. Anlayanı tabiki! Abim benim ya! Bir kez daha saygı duydum…
Bütün gün dışarı çıkmadım. “Belki öğlen uğrarım” dedin diye evde oturdum, yemek pişirdim. Öğle saati salata yaptım, sofrayı hazırladım, karnın aç gelirsin diye düşündüm. Gelmedin! – Kaynak