Kategori arşivi: Genel

Sigara zararlıdır! Zaten biliyoruz değil mi? Üzerinde de yazıyor…

Sigara sağlığa zararlıdır! Zaten biliyorsunuz öyle değil mi? O halde bu video sizi pek etkilemeyecektir. O halde izlemekten çekinmeyin…

Sigaraya lise yıllarımda başlamıştım. Bırakalı iki seneden fazla oluyor. Bıraktığım için ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Ramazan ayıydı. Oruçlu olduğum ilk gün içmedim. İkinci gün de içmemeye karar verdim. Ramazan nasıl geçti anımsamıyorum. Ama bu ayın bana verdiği en büyük hediyeydi galiba. Ya da benim kendime bu ay verdiğim en büyük hediyeydi. Ramazan bittiğinde bir sürü cips aldım, kola ve çikolata…Komşumuz bunları görünce "parti mi var" diye sordu. "-Evet dedim, sigarayı bıraktım ve kendime hediyeler aldım. Bunu kutlayacağım" dedim… Ertesi gün soluduğum havanın kokusunun değişmiş olduğunu hissederek uyandım…

Aşağıdaki video sigaranın zararlarının bir bölümünü anlatan bir video. Buyurun…

Uzun ince bir yoldayım

Umarım kemikleri sızlamaz. Nur içinde yatsın. Hatırlanası ve hatırlatılası değerlerimizden Aşık Veysel’in hayat hikayesi ile karşılaştım nette geçen gün. Tesadüfen okuduğum yazılardandı. Oldukça etkilenmiştim. Hatta ne yalan söyliyim bazı satırlarda gözlerim doldu bazılarında ağzım açık kaldı. Mesela nasıl olmuş da çocuğunu emziren bir annenin memesi çocuğun ağzına tıkanarak çocuğun ölümüne neden olmuştu. Evet bu çocuk Veysel’in çocuğuydu…

Veysel’in Uzun ince bir yoldayım adlı eseri anlattıkları bakımından diğer eserlerinden belki de en önemlisi bence. Hayatı uzun ince bir yol, bu yolda yürüyenleri yani bizleri de birer yolcu olarak gösterdiği satırları Veysel adını belki de sonsuza dek (ya da sonuna dek) yaşatacak değerde. Umarım onun bu güzel eserini çalıp söylemeye çalışarak saygısızlık etmemişimdir…

Nur içinde yat Aşık Veysel Şatıroğlu. Ve bıraktıkların için teşekkürler…

Zıplayan kurbağa kayboldu Bulun, öpün kendine gelsin…

Bayram öncesi dedem anjiyö oldu. Çok şükür şi gayet iyi. Artık kendine daha çok dikkat etmesi gerekiyor.
***
Bayram arefesi Taksim’e gittim. Müşterimizin siparişini teslim edecektim. Teslim ettim ve  eve gitmek üzere yollandım. Meydanda, metronun girişinde bir an tereddüt ettim. İçimden bir ses "Metroya bin, Kabataş’tan Zeytinburnu’na geçer oradan da metro ile devam edersin, trafiğe de takılmazsın" dedi. Ama ben aksini yaparak otobüse binmeyi tercih ettim ve bunu gerçekleştirmek için de elbette otobüs durağına yürüdüm.
Trafik açık görünüyordu, rahat gideceğimi düşündüm ve otobüsümü beklemeye başladım. Birkaç otobüs geçti duraktan ama hiçbiri binmem gereken otobüs değildi. Sonra telefonumu çıkardım çantadan ve saate baktım. Ardından çantama geri koydum ve çantanın fermuarını kapattım. Bazen açık unutabiliyordum bu nedenle kapattıktan sonra kontrol de ettim. Aslına yanlış bir şey olacağı içime doğmuştu ama ne olacağını kestirememiştim. Çok geçmeden bir otobüs geldi. Bu da binmem gereken otobüs değildi. Ama aktarma yaparım diye düşünüp bindim. Otobüste arkaya doğru ilerlerken "-ulan…" diye geçirdim aklımdan "-… aktarma yapacağım yer Merter metro istasyonu önü. Madem oradan metroyla gideceğim keşke metroya buradan binseydim. Aamaan olsun, yavaş yavaş giderim." Otobüsün arkasına geldiğimde elimi çantama attım ve çantamda bir hafiflik hissettim. Bir an ne olduğunu anlayamadım. "-Acaba?" diye düşünürken ikinci kez elimi attım ve baktığımda çantamın fermuarının açık olduğunu gördüm. Telefonum içinde yoktu. "-Hass..tir!#$£"
Dahası ne biliyor musunuz? Eve oldukça yavaş gitmiştik çünkü trafik tıkalıydı!
***
Giden telefon olsun buna da şükür dedim. Bayramın ilk günü mezarlık ziyaretine gittik. Rahmetli eniştem ve babaannemin mezarlarını ziyaret ettik. Hüzünlü duygularla ayrılırken çıkışta bir aracın içerisinde bazıakrabalarımızı gördk. Aslıonda ben pek tanıyıp bilmem onları ama onlar beni biiyorlar sanırım. Ön koltukta ak sakallı, ak saçlı bir dede oturuyordu. Kucağında iki çocukla araca yeni binmeye çalışıyordu. Kapı kapanıp araç hareket etmek üzereyken bizimkileri gördüler ve hemen önümüzde tekrar durdular. Ben hemen o ak sakallı dedenin elini öptüm ve ardımdan kardeşim de öptü. Diğerleriyle açıkcası pek ilgilenmedim bile. Bayramın ikinci günü o dedenin vefat haberini aldık. Ne kadar da sağlıklı ve mutlu görünyord oysa. Allah rahmet eylesin…
 
***
Bayram bayram havasında başlamamıştı. O havayı da hiç yakalayamadı zaten. Sediğimiz insanlarla beraber olmak çok güzeldi. Bir de şehit haberleri olmasaydı… Tüm ülkemizi veinsanımızı yasa boğan o haberler hepimizin yüreğini dağladı…
 
***
 
Bayramdan sonra köyden gelen amcamı acile kaldırdık. Mide kanaması, böbrek yetmezliği, düzgün çalışmayan bağırsaklar, hastanede kapılan enfeksiyon…. Haftasınunu ailece hastahane bahçesinde geçirdik. Amcam hala yoğun bakımda. Üzerine bir de aynı gün gelen yeni şehit haberleri eklendi…
 
Amcam hastahaneye yatalı bir haftadan fazla oldu. Hala yoğun bakımda ve doktorlar hala tatmin edici bir şeyler söyleyemiyorlar.
 
***
 
Bu hafta Pazartesi günü (22 Ekim 2007) belimi incittim. Neden ve nasıl oldu bilmiyorum. Müşteri firmaya bir bilgisayar gidecekti. Bizim servis aracımız ile götüremeyecektik. Sabah patron beni aramıştı ve bu günkü planımı sormuştu. "- Bilgisayarı götürmemiz gerek" demiştim. Araçla götüremeyeceğimizi söylediğinde "-O halde otobüsle götürmek zorundayım" demiştim. Tamam demiş ama ardından şunu söylemişti. "-Sor bakalımbelki bu tarafa bir araçları vardır. Varsa seni alsınlar beraber geçersiniz."
 
Müşteri firmanın yetkilileri ile konuşmuş bir araçları olup olmadığını öğrenmiştim. Araç firmaya dönerken beni de alacaktı. Aldı da. Yol üzerinde bir yerde malzeme almak için durdu ve araca malzeme yüklediler. Ardından devam ettik. Firmaya geldiğimizde bilgisayarı araçtan indirdim ve yukarı çıkardım. Yere bıraktım ve firmanın bilgisayar odasına girip üzerimdekileri çıkarttım. Ardından getirdiğim bilgisayarı kurmak için geri dönerken sırtımda bir ağrı hssettim. Bilgisayarı boş bir yere kurup yüklemelerini yaptım ama bu sırada belimdeki ağrının şiddetlendiğini hissettim. Ardından günü bitirebilmek için dua ettiğimi hatırlıyorum ve firmanın servisi ile eve dönüşümü….
 
Salı günü doktora gittik babamla. Doktor 7 gün istirahat verdi. Aslında 7 gün sürmek zorunda değilmiş sonuçta yürüyebiliyor, hareket edebiliyorum. Ama eğer ters bir harekette bulunursam sonucu iyi olmayabilirmiş vs.vs.
 
Bu gün Cumartesi ve halen yataktayım. Daha iyi hissediyorum, dinlenmek işe yaradı. Eğilipp doğrulurken yine biraz ağrı oluyor ama kötü değil. Bu gün bir arkadaşım için önemli bir gün. Orada o mutlu anında yanında olmayı çok istiyorum…
 
Neler yaşanıyor dünyada. Her an her şey olabiliyor. Tüm bunlara şükürler olsun diyiveriyor insan. Allah hepimizi daha kötülerinden sakınsın. En güzeli ne biliyor musunuz? İnsanın kendini kötü hissettiğinde yakınlarında birilerinin olduğunu bilmesi. Sevgili arkadaşım Sibel bana bir şarkımda söylediğim kendi sözümü hatırlatmıştı. "Her şey bizim için demişti…" Ne olursa olsun iyi olan şeyleri görmekten vaz geçmemek lazım. Her ne kadar patronunuz size "-O kadar dinlenme, biz biteriz…" dese ve bu sizi çok üzse de aslında sağlığınızın onun için önemli oluğunu bilmeniz güzel bir duygu. Tüm bunları yazarken biraz sırtım ağrıdı şimdi…

Akrep

“Zaman geçiyordu, saatin tik-takları kulağımda patlayan bombalardı sanki!…”

AKREP

23 Kasım Cumartesi

Saat 23:30

Önemsiz bir yer önemsiz biri.

Zaman geçiyordu.

Saatin tik takları kulağımda patlayan bombalardı sanki.

-Yeter!..

Sessizlik.

Yalancı sessizlik! Tik taklar durmamıştı; ben şimdi başka bir yerdeydim.

Başım ellerimin arasında, gözlerim yerde.

Başım dönmeye başladı bakışlarımı yerden kaldırırken.

Sert bir rüzgarla rotasından çıkmış bir yelkenli gibiydim.

Bilmek istiyordum

-Söyleyin bana neredeyim?…

Sessizlik.

Bu doğruydu işte, yalnızdım, gerçekti sessizlik

Derken yeniden hatırladım.

Zaman geçiyordu.

Saatin tik takları kulağımda patlayan bombalardı sanki.

Ay ışığı odamdan içeriye süzülüyordu. O büyüleyici ışık geçidinde uçuşan toz zerreciklerini görüyordum. Başım ellerimin arasında.                Karanlık odam bombalarla sarsılıyordu. Tik-tak…Tik-tak. Çıldırtıcı bir melodi olmuştu artık duvardaki saatin sesi. Bu oda ve içindeki her şey kiralıktı onun gibi. Bana ait değillerdi. İşte tam o anda kapım çalındı.

“Hayal” dedim kendi kendime.

Tak-tak

Hayır hayal değil gerçekti. Gerçekten de kapım çalınıyordu. Fakat kim olabilirdi ki bu saatte?!…

-AÇMA!dedi içimdeki ses.

TAK-TAK-TAK

Işık da kapalıydı! Beni çıldırtan o tik taklardan başka bir ses de yoktu ki odamda!..Zaten tek odalıydı evim.

Evim dediğim bu oda!.

Tak-tak-tak

“Evde olduğumu bilen biri olmalı. Komşularımdan biridir belki, hiç tanımadığım; bir kelime dahi etmediğim komşularımdan biri?..”

Dikkatle yöneldim kapıya; dinleyerek. Saat de dikkat kesilmişti benimle. Belki de durmuştu!..

Kapının tokmağını usulca kavradım açıp ardındakini görmek için…

-AÇMA! diye yeniden haykırdı yine içimdeki ses.

“Saçma! Burada olduğumu nasıl öğrenecek?” diye çıkıştım ona.

TAK-TAK-TAK-TAK

Sıçradım. Bir kutuya koymuşlardı beni. Etrafımda geziniyor, ellerine geçirdikleri sopalarla, beni hapsettikleri bu kutunun duvarlarına vuruyor, tepkimi ölçmeye çalışıyorlardı!

Belki de kapının diğer tarafındaki oydu! Tanrım!..Ben bir karar veremeden beni bulmuştu!

Titredim! Kapının tokmağını tutan elim benden daha çok titredi!

Odam şimdi daha da küçüktü!

Alnımdan süzülen tuzlu sıvının tadını alıyordum dudaklarımla.

O an kapının kolu usulca yerinden oynadı. Çekiverdim elimi ivedi!

-DİĞER TARAFTAKİ İÇERİ GİRMEYE ÇALIŞIYOR

-KAÇ!

Geriledim ayağım kendi botuma takıldı ve sendeledim. Neyse ki evimi tanımıştım. Işığa ihtiyacım yoktu. “Belki de şimdilik vazgeçer!…” diye ümitlendim.

Kapının kolu daha hızlı ve sert oynadı. Görünüşe göre vazgeçmeyecekti.

Kapıyı zorluyordu!

-O GELDİ!

-KAÇ

-KAPIYI AÇMAK İSTİYOR

-DİĞER TARAFTAKİ İÇERİ GİRMEYE ÇALIŞIYOR

-SİLAHINI AL VE TEKRAR DURDUR ONU!

“Evet durdurmalıyım, bunu tekrar yapmalıyım. Sonra belki bir kez daha…”

Dolabı açtım. Eski tahta dolabın kapağı gıcırdadı. Penceremden gelen ay ışığı soğuk metalin üzerinden göz kırptı sinsice……..ve sokak kapım parçalandı!

***                        ***                        ***

24 Kasım

07:20

Sakin bir sokakta Pazar sabahına ait.

Henüz gözlerimi yeni açıyorum;

Merhaba dünya!

-Ne kadar güzel!.. Tanrım!… İnsanın gün ışığını görmesi ne güzel!

Bu sabah yine tenimi okşuyorsun güneş, bıkıp usanmadan her sabah yaptığın gibi.

Bu sabah yine ışık saçıyorsun güneş, bıkıp usanmadan, sönmeyecekmiş gibi

…ve tabii umut dağıtıyorsun, bilmiyormuşsun gibi; karanlığın çökeceğini!

Gevezeliğim tuttu yine Bakma kusuruma

Dağıt yine ışığını, darılma bana.

Ben kalkıyorum karnımı doyurmaya

Fakat bil ki içtendir teşekkürüm bu güzel sabaha!

Hayattaki 21. yılım böyle ışıl ışıl bir sabah ve yine ışıl ışıl parıldayan gözlerimle başlamıştı.

Bir şey beklemiyordum bu hayattan mutluluktan başka. Cüretkar kalbim oraya buraya sıçrıyor, daldan dala konuyordu fakat ben hep o uzak mutluluğu arıyordum. Sanırım bu hayatta olmamam gerektiği kadar duygusaldım. Fakat bu duygusallığın zararları olduğu kadar yararları da olmuyor değildi.

Kendimi bir toplama kampı gibi hissediyordum. Atılmış, bir kenara itilmiş duyguların barınağı. Öldüklerini görüyordum insanların içlerinde kaybolan düşleriyle birlikte. İşte ben onların düşlerini topluyordum. Bu bana ayakta durma şansı veriyordu.

Bir de korkuları vardı insanların, kaybetme korkusu; elindekileri yitirme ya da asla sahip olamama korkusu. Bu yüzden kendi hayalleri bir kenara itilmişti. Hatta bu nedenle başkalarının düşlerini de ellerinden alıyorlardı. Onları umutsuz, zayıf, itaatkar yapıyorlardı. Onların belki de bin bir güçlükle, kendi elleriyle oluşturdukları dünyayı yerle bir ediyor, bu da yetmiyormuş gibi onları kendi yaptıkları ufacık odalara tıkıveriyorlardı. İşte bu korku sebep oluyordu insanların bu duruma düşmelerine. Oysa hayallerine sıkıca sarılsalar kim bilir başka hangi dünyaların kapılarını açacaklardı o insanlar. Yapılması gereken anahtarın ellerinde olduğunu hatırlatmaktı. İşte ben bunun için savaşıyordum.

Ve bir de benim gibiler vardı. Kendinden çok başkalarıyla ilgilenen, kullanıma açık, kullanma karşıtı ve belki bu yüzden kaybetmek zorunda kalacak insanlar. Kendi düşüncelerini önemsemeyen, acılarını kendi kalplerine gömerek bir bakıma kendilerini zehirleyen akrepler.

Düş tacirleriydi onlar. Nerede insana umut veren bir çöp bulsalar kullanırlardı. Çöp dediğim de bu arada hayalden başka bir şey değil. Öyle ya hayatta hayale yer yoktu! Gerçekti hayat yalnızca. Yalnızca gerçek! Elle tutulan, elle tutulabilecek olan. Gözle görülen, gözle görülebilecek olan. Maddeydi veya maddeye dönüştürülebilecek olandı. Paraydı ve onun satın alabileceği her şeydi! Sevgi değildi yada sevgiyi aramak değildi. Çünkü sevgi gözle görülebilen değildi veya gözle görülebilecek bir şey kazandırmıyordu insanlara. Yani o dahi sokağa atılmıştı.

İnsanlar çıkarları peşindeydiler. Kazanmak, kazanmak ve yine kazanmak isterlerdi. Kaybetmemeyi dahi düşünmezlerdi. Gözleri kör olmuştu. Yere düşen kurumuş bir yaprağın, gökyüzünde özgürce uçan kuşların, kumsalda sahili yalayan dalgaların ve limandan kalkan gemilerin verdiği duyguyu alamaz olmuşlardı. Öyle ya, alsalar ne olacaktı! Ne kazanacaklardı!

Onlar şimdi akrebin zehrine muhtaçtı.

O insanların içinde büyümüştüm ben de. Bu nedenle kimi zaman onlar gibiydim. Onlar gibi aciz. Fakat asla onlar gibi hayallerimi atmadım, gerçeğe onlar kadar bağlanmadım. Ben hayallerine ihtiyacı olduğunu bilen insanlardandım. Fakat maalesef akreptim. Zehrim de içimde bir çığ gibi büyüyen hüzünlerdi.

Ender zamanlarda mutlu olurdum. Bu gün de o günlerden biriydi. Mutluydum işte! Güneş bugün bir başka güzeldi benim için. Bir de dün gece zehrimi bir başkasına boşaltmak zorunda kalmasaydım!…

– BİTTİ –

İsmail Kaya

24 / 11 / 97