Yolda… 17 Haziran 2010

Güneşli, güzel, hafif nemli güzel bir yaz Perşembe’sinde işkembe olmak için araladım sanki göz kapaklarımı. Ardından da penceremin kapaklarını…

Bir süre önce, 22 Mayıs 2010 da yeni bir hayata güle oynaya ve de güldüre oynata merhaba dedikten hemen sonra yaşanan acı saatlere hiç değinmeyeceğim burada. O ayrı bir hikayede belki…

Dün, yani 17 Haziran 2010 tarihinde uyanışımın ve de işe geç kalışımın ardından Metro istasyonunun girişine kendime kahvaltılık almak için uğradım. Bir sandviç ve nar portakal karışımı sıvı edindikten sonra düştüm müşteri firmamızın yollarına…

1 saatlik bir minibüs yolculuğundan sonra -bu da ayrı bir olay, İstanbul’da şehir içi yolculuk ömre bedel sanki ama bu hikaye de belki daha sonra – vardım görev alanıma. Amaa aç ayı oynamaz misali önce kahvaltılıklarımın başına oturdum. Açtım hemen meyve suyumu. Görünüş bir an duraksattı ve bir yudum aldım. Ardından da hemen lavaboya koşturdum. Ah be adam ne diye dikkat etmezsin aldığın şeyin son kullanma tarihine. Bozulmuş işte! Neyse efendim kendi kendime ve bir de aldığım yere söylenerekten koydum çantama. “Ben bunu akşam götürür gözlerine sokarım” dedim kendi kendime. Eee kendi kendine yaşıyoruz zaten…

Uzatmayalım başlayan her şey gibi gün de bitti elbette. Saat 19:15 olduğunda çıkmış ve minibüse kurulmuştum dönüş yolunda. Metrobüs yerine otobüsü tercih ettim minibüsten indikten sonra. Durakta yabancı bir adamla ilginç bir diyalog yaşadım. Sanırım 50 li yaşlardaydı. Yaş tahmini konusunda pek zayıfımdır. Gözlüklü, kır saçlı, temiz yüzlü, yani böyle nasıl desem aydınlık yüzlü demek daha doğru olur sanırım.

Neyse elinde bir evrak çantası ben durağa girdim göz göze geldik bir an. Hafif bir tebessümün ardından yanıma yaklaştı. “Delikanlı…” dedi. “Ne güzel, gözlük, kıyafet… güzel bir tarz. Okumuş birine benziyorsun. Kimyayla fizikle ilgilenir gibisin. Vardır güzel fikirlerin…” tarzı bir şeyler söyledi. “Vardır tabi” dedim “…ama herkes gibi”. Mütevazi davranmaya çalıştığımı mı sandı nedir “Yok mu özel hobilerin, bir şeyler yazıp çizmişliğin?” diye soruverdi gülümseyerek. “Eh dedim bir şeyler yazıp çizerim herkes gibi arada sırada”.

“O zaman” dedi elini çantasına götürerek “sana kitap olma aşamasında olan bir yazı takdim edeyim.” Çantasından 60-70 sayfalık bilgisayar çıktısı olduğu belli olan, köşelerinden tel zımba ile tutturulmuş kağıtları çıkarttı. Bir zamanlar ben de 30-40 sayfalık bir yazı yazmıştım ve bööle bilgisayardan çıkartıp okutuyordum arkadaşlarıma. Hayal işte. Görünce heyecanlandım., mutlu oldum. Adam bana uzattığı kağıtları işaret ederek “o güzel simanın hatırına” dedi ve iyi günler dileyerek uzaklaştı. Bir elimdeki kağıtlara bir de adama baktım ki adam kaybolmuştu bile. Neyse efendim şaşkınlıkla bindim otobüse ve bir koltuğa oturup heyecanla “ne var bu kağıtlarda” diye düşünerek okumaya koyuldum. Ama aklımda bir sürü düşünce nedeniyle ilk sayfayı defalarca okuyup durdum, Kimya, yaradılış falan filan… Derken yolu yarıladığımızda kucağıma koymuş olduğum sırt çantamdan BOM! diye bir ses geldi ve sarsıldım. Önce çantaya sonra yanımdaki adama baktım. Acaba gerçekten benden mi gelmişti. Etrafıma bakındım kimse farketmemiş gibiydi ya da ilgilenmediler. Sonra hemen solumda koridorun diğer tarafındaki bayanların gülüştüğünü gördüm. Çantama tekrar baktım, kucağımdan kaldırdım. Islanıyordum! Hem de bozuk bir kokuyla! Amanın! Sonra hatırladım. Çantamda bozuk meyve suyu vardı!…

Bu konuda bir fikriniz mi var?

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.