İp cambazı!

 

ip-cambaziBir tarihte doğuyoruz. Bize biçilmiş bir rolde. Falancanın kızı, oğlu. Sonra gelişiyoruz, büyümeye başlıyoruz. Bu süreçte hissetmeye başlıyoruz. Hislerimize tepki vermeyi anne karnında öğreniyoruz. Ya da genlerimizde taşınan bilgilerle zaten bildiklerimizi anımsamaya başlıyoruz…

Her şey önceden yazılmış ve çizilmiş. Aksini düşünmüyorum. Bu gün bu satırları yazacağım sanatçının kalemindeki mürekkep kadar gerçek. Olasılık senaryoları ile geliştirimliş bir yol haritasından ötesi. Tam bir bilinç durumu! Tam bir hakimlik, sahiplik…

 

Biz kainat adı verilen veya uzay diye bilinen, sonu olmadığı düşünülen ancak giderek bir sona yaklaştığı kabul edilen ve kesinlikle yeni başlangıçlara gebe hayatı yaşarken aslında bayatlamış bir simitin kırıntıları ile uğraşmaktayız. Ana parçayı hep göz ardı ettiğimizi sürekli akıldan çıkaran içsel heyecanlar peşindeyiz. Yol, su, elektrik… veya bir başka değişle at, avrat, silah…

Karışmış akıllarla rolümüzü yaşamaya çalışırken görüp duyduklarımız bizi her defasında daha fazla bilinçlendiriyor. Her defasında daha iyi anımsatıyor bu dünyada ne kadar küçük olduğumuzu. Yeni alacağımız arabanın hayalini kurarken onu alamamanın düş kırıklığını içimizde yaşatıyoruz. Biz bu düş kırıklığını, hüznü yaşarken bizim için doğru olanın tarafımıza bahşedilmiş “yokluk” olduğunu düşünmeye başladığımızda elimizde kalan tek şey boynumuza geçirilmiş görünmez halkanın zincirleri oluyor. Her ne kadar o uzun zincirin izin verdiği yerlere kendi isteğimizle ayak basabiliyor olsak da bu durum ancak o zinciri takan ve bunun farkında olmayan insanlar için bir özgürlük oluşturabilir. Eğer zincirin boyu yaşadığımız dünya kadar büyük ve hareket izni bir o kadar genişse ve tüm insanların boyunlarındaysa elbette bunu özgürlük olarak adlandırmak hiç kimseye göre anormal, yanlış gelmeyecektir. Çünkü sonuçta bize verilen rolde kelimelere anlamlar yüklemek de var. Kelimelerimizin bittiği yere kadar…

Hani denir ya “her şeyin hayırlısı”. İşte o noktada da söz bitiyor. Elimizden geleni yapmışızdır geriye beklemek kalır. İşte böyle anlarda. Bir kapı kapandığında, bir hediye geri alındığında yapmamız gereken elimizde olanlara şükredip onlarla mutlu olmak oluyor. Bu nokta ince bir çizgi üzerinde ve biz insanların yüreklerinde, akıllarında taşıdıkları hisler, ayağımızı bastığımız alandan daha büyük. Dengeni kaybettiğinde diğer tarafa düşmen ve “isyan” kelimesini sıklıkla yaşatman an meselesi. Önemli olan ip cambazının yetenekleri. Ancak bu durumu lehine kullanabildiğinde önünde serilen zenginliklerin haddi hesabı yok…

 

Bu günlerde hırçınlaşan, kabaran, kendi kendiyle savaşan kalbime en iyi gelen şey durup biraz dünyanın dönüşünü izlemek oluyor. Hazır bahar mevsimini geçirirken açan çiçekleri, yeşeren çimenleri solumak. Her gün, gün batımına ve gün doğumuna yolculuk eden bu yolcunun gördükleri ve duydukları, kabaran ve dokunsan ağlayacak yüreğinin sesini bastırmasına yardım ediyor neyse ki. Elimizde bu bayat hayatın boğazımıdan geçmesini sağlayan ayranımız olduğu sürece sindirebileceğiz onu içimize ve yeni umutlarla her defasında kucak açacağız geleceğe…

 

Bu konuda bir fikriniz mi var?

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.