Kategori arşivi: Bu günün kırıntıları

Portakal rengi kaos…

Portakalı severim, tadını ve kokusunu da. Rengi de güzeldir ayrıca…

Ama içinde bulunduğumuz ülkesel gezintinn tanımlamalarını her ne hikmetse yapmak gibi bir içsel birikim içerisine girmemden ötürü müdür nedir benzetme üslubu ile konuyu ilişkilendirme gereksinimi tüm tüylerimde cereyan ediyor. Belki de nedeni renginin sarı, turuncu tonlarında dikkat kelimesini hücrelerimize işlemesindendir…

Portakal rengi kaos… yazısına devam et

Anlamaya çalışmak bu kadar mı zor?

"Basma kalıp düşüncelerle ilerleyen bir trenin altında bulunan paslı raylar üzerindeki tozlu havada savrulup rayların diğer tarafına geçmeye çalışan ama geçemeyip rayların üzerine düşen ve gelen hızlı trenin altında iki parçaya bölünen ve artık iki parçası rüzgarda savrulan bir kağıt parçası gibi…" – İ.K. 05.Ağustos.2005 Gelintisi
 
"Tek başına oturur durursun tozlu tahtında. İçeriye giren sinek vızıldarken odanda, sen sadece aralık kalmış eski ahşap, ağır, hantal kapının aralığından süzülen toz zerreciklerinin ışıkla dansına kilitlenmişsindir. Öyle ki sessiz cümlelerin gibi havada asılı kalan toz zerrecikleyle anlaşabilirsin sadece. Çünkü sadece onlar girmeye cesaret edebilmişlerdir o ağır, hantal eski ahşap kapının ardındaki odaya…" – İ. K. 05.Ağustos.2005 te gelmeye devam eden gelintilerden… Okudun mu gerçekten?

Sevgililer günü gelintisi

Sevgililer günü oldukça güzel ve özel bir gün. Çünkü insana bir şekilde sevginin güzelliğini anımsatıyor. Dün eve dönerken hemen herkesin elinde bir çiçek gördüm. Sevgilisi olmayan bir insan bile bu gün bence birilerini mutlu etmek için çiçek almalı ya da herhangi bir şey yapmalı, güzel, mutlu edici bir söz söylemeli. Mesela annesine, kardeşine, arkadaşına, sevdiği kim varsa…

Bir şarkı gibi adın dilimde,
Söyler dururum sarhoşluğunda,
Uzak ve karlı yollardan geldim
Eriyip gitmek için sıcaklığında…
Aralandı sis perdesi
Tüm çıplaklığıyla ortada
Bir hayalin peşinden koşmak gibi
Düşe kalka, yalınayak yağmurda

İ.K. S.günü gelintisi

Hayatımız pamuk iplüğüne bağlı

Bu gün servisim oldukça geç bitti. Saat 21:00 gibi İkitelli’deki müşteri firmadan bir taksi ile ayrıldım. Durağa gelmiştik ki bulunduğum taksidurağın önünde önümüzdeki araçların durması nedeniyle yavaşladı. Tam bu sırada acı bir fren sesi duyduk. Abartmıyorum bir kaç saniye duydum o sesi. “-Aha…” diye geçirdim aklımdan “-…kesin vurdu bir yere..” demeye kalmadan fren sesi hızla yaklaştı ve bizim araca arkadan sert bir şekilde vurulmasıyla son buldu. Ben bir kaç saniye bounumu ovuşturmak için içeride kaldım ağzımdaki küfürlerle. Bu sırada yanımdaki şoför El frenini çekerek aracın arkasına doğru gitti…
Pamuk ipliğine bağlı hayatımız. Üzücü olan 3-4 serserinin ucuz ipliğiyle bağlı olması. Ve daha da üzücü olan bu aptal varlıkların asla bir şeylerden ders almadan ellerini kollarını sallayarak adam sıfatıyla dolaşmaları!

GECE

geceGecenin gündüz haliyle gördüm seni ışıklı bahçemde

Süslerken yüreğinin nakışlı eli yüreğimi

Yüzünde esen ılık rüzgarın getirdiği koku gibi

Ansızın gelen Gece ol ört üzerimi…

(11 Kasım 2006 – İsmail KAYA -Anlık gelintiler

Aklıma gelen bir söz…

"Bilgi peşinde koşmak okyanusta kulaç atmaya benzer.
Önce tutunacak sağlam bir yer bulmalısın…"
 
Bu sözü uzun süre önce söylemiştim kendi kendime. Gerçekten bilgi denilen cevheri ararken insan çoğu kez kendini bir okyanusta boğuluyormuş gibi hissedebilir diye düşünmüştüm. Ve halen böyle düşünüyorum. Bize gösterilenin ne kadar gerçek olduğunu bu yüzden soruyorum kendime çoğu kez. Ve çoğu kez gerçeğin sadece inanmak istediğim şey olduğunu görüyorum. Ama bu gördüğümün de görmediğim gerçeği değiştirmediğini bilmek ayaklarımı yerden kesiyor. Sonuçta ise bana seçimlerimle geleni kabullenmek düşüyor…

Akıldan geçenler…

Bu günlerde çevremizde, güzel ülkemize, insanlarımıza, inançlarımıza karşı gördüğümüz oyunlara  İstiklal marşımız ne güzel cevap olur öyle değil mi? Bu gün böyle yazmak geldi içimden bloguma, bi yerden girip başka yerden çıkarsam affedin. Ama aklıma ne gelirse yazacağım rahatlamak adına. Okumak zorunda değilsiniz. Hatta okuyacaklarınız hoşunuza gitmeyebilir…

Geçenlerde bi arkadaşım bıraktığım bıyığım nedeniyle ülkücülere benzediğimi söyledi. Eğer çenem ile alt dudağımın arasındaki sakalım da olmasaymış tam öyle görünürmüşüm. Ama hatırlıyorum da yıllar önce satanistlere benzetenler de olmuştu. Hatta küçük bir çocuk uzun saçlarıma bakıp annesine beni göstererek "-Anne bak satanist bu di mi?" diye sormuştu yolda yürürken. Halbuki çocuk ne bilir nedir ne değildir? Çocuk bilir elbette, ama duyduğunu, gördüğünü bilir. Şimdi bunu hatırladım nedense. Garip ama etrafımızdaki insanları ille de bir sınıfa, bir kefeye koyma çabası içerisindeyiz sanki. O kadar kolay ki insanları bir sınıfa sokmak. Mesela ben gördüğüm her kravatlıyı "adam" yerine koyuyorum nedense. Hata işte ama zamanla öğreniyoruz bazı şeyleri. Mesela Fransa’yı da özgürlükçü diye tanımıştık. Ne büyük hataymış! Bu konuyla ilgili şunu merak ediyorum Fransa hata yaptığını düşünecek mi? Hata yaptığını söyleyebilir ama bunu söylemesi bunu düşüneceği anlamına gelmez. Neyse bu konu elbette beni aşıyor. Ama vatanını milletini seven birisi olarak bu konudaki tepkimi bi şekilde dile getirmek istedim. Kardeşçe yaşayan insanların arasına sokmak istedikleri kötü düşüncelere yöneltemeyecekler bizi. Ama anlamaları gereken bir şey var ki o da ülkemizi bölmek, almak ya da her ne ise niyetleri, gerektiğinde böyle insanların önlerine etten taş gibi bir duvar çekebilecek güçte olduğumuz. Bu durum oldukça karmaşık gibi görünmesine rağmen pek de karmaşık değil aslında. Büyük biri tahtının sarsılmasından korkup başka dinlere, özellikle de tahtını sarsan dinlere ve o dinlerin yol göstericilerine çamur atar. Buna ona inanlar eşlik eder gibi düşünebiliriz durumu. Düşünün Büyük biri olsaydınız "biz hepimiz kardeşiz, tek yol göstericimiz bu kitap ve bu insandır" diyen bir dine karşı savaş açmaz mıydınız? Özellikle de "Gerçeğe inananlar bizi tanır" diyerek duvarları yıkan bir dine! "Sizin dininiz büyük bir dindir, … ‘da o dinin peygamberidir." demekle kalmayıp "… bizim de peygamberimizdir. Ama bu din zamanla bozulduğundan yerine gelen peygamber ise şu an tabi olmamız gereken son peygamber … ‘dir" diyen bir dine! Evet gerçekten de zamanla her şey bozuluyor! Bu bozulma her zaman "aynı kalmama" ile eşit kimi zaman "kötüye gitme" kimi zaman ise "iyiye gitme" şeklinde olabiliyor. Ama sonuçta "değişiyor!" Bu inanmakta olduğumuz dinin de zamanla bozulmayacağı anlamına gelmiyor! Görmüyor muyuz her gün hurafelere inanan insanları, duymuyor muyuz karanlıktaki seslerini? O insanlar değil midir kendi çıkarları için "şöyle diyor" diyen ve bizi neye inanacağımızı bilemeyecek hale getirmeye çalışan! Töre, kan davası demiyor muyuz cana kasteden kendi ölümlü kanunlarımıza! Ha elbette Töreler "kesin yanlıştır" demek yanlış olduğu kadar "kesin doğru ve sorgulanamaz" demek de yanlış. Anlatmak istediğim sadece zamanla kendimiz de kanun koyuyor veya bizden önceki insanların o zaman şartları içerisinde koydukları kanunlara kayıtsız şartsız uyuyoruz. Çocukken "gece tırnak kesmek günahtır" bile dediklerini hatırlıyorum. Bu o zamanın "karanlığında", geceleri az ışık altında kesilen tırnak parçalarının etrafa dağılabileceği vs. gibi nedenlerden dolayı doğru olabilir ama bu gün "gece tırnak kesmenin günah olacağına ilişkin inanca" dair bu durum farklı artık ve bunu hepimiz biliyoruz. Ama buna rağmen yakın zamana kadar sokakta uzun saçlı erkek görse ayıplardı insanlar. Hepsi değil, yanlışa inanan bir kesim sadece ve onlardan kime sorsanız "çevre iyi karşılamaz" derlerdi.

"Onlar böyle kılıyorlar namazı" ya da "… böyle tutuyorlar orucu" demiyor muyuz peki? Ya da "adetleri böyle, böyle karşılıyorlar misafiri" demiyor muyuz? Diyoruz elbette ve diyeceğiz çünkü biz inançlara saygı gösteren bir toplumuz ve dini inancımız bu saygıyı göstermemizi öngörüyor. Bunun yanında gördüğünüz gerçeği "anlatın" diyor. "Okuyun" ve öğrenin diyor. Dini inanç dışında "insanlık inancı" da aynı şeyi söylüyor. Toprak ana paylaşıyor, nehirler paylaşıyor, ağaçlar paylaşıyor ve bunu görüp duyan, bilen "insan" paylaşmayacak öyle mi? Şimdi birileri kalkıp "böyle inançları olan bir toplum soykırım yapmış olamaz" dese birileri onu suçlu sayacak hem de! Görünen o ki Fransa’nın konu ile ilişkin tavrını sergileyen ve savunan zihniyette insanlar ve düşünceler olduğu sürece karanlıkta kalmaya mahkumuz. Bu aynı "özgürlük suçu" saçlarını kapatmak veya açmak isteyen insanlara karşı "ille de kapatacaksın yoksa burada okuyamazsın!" diyen insanlar için de geçerli bence ya da tam tersi "ille de açacaksın saçlarını!" diyenler için.

Evet arkadaşlar ben sinir oluyorum insanların düşüncelerini, inançlarını özgür bırakmayan insanlara ve düşünce tarzlarına! Kimseyi bir kefeye koymaya çalışmadan insanları oldukları gibi kabul ederek ve onlara saygı göstererek yaşayıp gitmemiz gerekiyor bence. Gördüklerimizi söylemedikten sonra neye yarar yaşamak! Yukarıda yazdığım ya da yazmaya çalıştığım düşüncelerim yanlış olabilir, umarım bunları yazdığım için gerçeği öğrenene kadar beni mazur görürsünüz. Ama yazdım ve rahatladım. Ha bir de "Heavy metal" dinleyenlere metalci, satanist demiyelim. Aslında hepsi bunun içindi. Oh be :))))))

Ve biz istesek de istemesek de bir gün Hak yerini bulur…

İstiklal Marşı

   
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal,
Hakkıdır, Hak’ka tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım;
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar.
‘Medeniyyet! ‘ dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın!
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vaadettiği günler Hak’kın;
Kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı!
Düşün, altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi şudur ancak emeli;
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli!
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli

O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım;
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerret gibi yerden naşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal!
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hak’ka tapan milletimin istiklal!

.

Mehmet Akif Ersoy

Araf

Bu gün internette dolaşırken bir Black Sabbath videosu buldum. Bu video Belack Sabbath’ın çok sevdiğim şarkılarından birine aitti. Hemen siteme koydum videoyu. Bunun dışında bir yerli malı olan Araf adlı korku filmimiz ile ilgili biraz bllgi edinmek için Araf kelimesini arattım arama motorunda. Firlm hakkında bilgi almadan önce kendimi oldukça farklı bir pencereden dışarıya bakarken buldum. Aslında belki de farklı bir pencereden içeriye bakıyordum da haberim yokdu. Arama motorunda gelen sayfaya tıklamış ve yazılanları okur bulmuştum kendimi.
 
 
Hiç sıkılmadan okudum yazılanları. Kaçta başladım hatırlamıyorum ama şu an saat 03:38 ve ben Araf suresinin tamamını okudum galiba. Özellikle 189’un mealini çok dikkat çekici buldum. Hani sürekli kadın ve erkeği tartışıyoruz ya o açıdan ilgimi çekti belki de. Herhalde biraz sonra annem uyanır ve odama gelerek "-Yine mi uyumadın?" edasıyla bir bakış fırlatır bana. Ama güzeldir annelerin bu bakışları arada üzücü olsa da.
 
Hah! İşte Ramazan davulcularını duyar gibiyim. Uzaktan yavaşça yaklaşıyor davullar…