Yurtta barış, dünyada barış!

peace_handBu sözü ve anlamını hepimiz biliyoruz. Ancak bu sözün anlamının içerisinde göründüğünden, bildiğimizden fazla olduğunu söylesem ne dersiniz?…

 

 

 

 

Sözün orjinali: Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesidir. Bu ilke bütün insanlığın barış ve huzur içinde yaşamasını amaçlar. Aslında bu ilke tam olarak da tüm dinlerin meydana gelme nedenleri ile eşit bir anlam taşımaktadır.

Şimdi bu sözde geçen kelimelerin bildiğimiz anlamlarına bakalım.

Yurt : Bir ulusun egemen ve bağımsız olarak üzerinde yaşadığı, ekinini oluşturduğu toprak parçası, vatan.

Cihan: Evren, Alem, Dünya

Sulh: Barış, anlaşmak.

 

Günümüzde Mustafa Kemal Atatürk gibi bir insanı sevmeyen bazı insanların mevcudiyetinin bilincinde olmanın verdiği katlanılması zor bir acı söz konusu benim gibi insanlarda. Çünkü bunun nedeni Atatürk’ün vatanın, milletin kurtulması için oynadığı, birleştirici, ateşleyici, yönetici ve lider yapısının görünmezden gelişi ve bunun yerine “içki içmesi” ve benzeri insani özelliklerinin, altını çizmek gerekirse dinimiz tarafından kötü olarak görünen özelliklerinin nedense sanki özellikle ön plana çıkartılarak gösterilmeye çalışılması. Ne acı! Bu acı durum farklı bir konu ki boyumu aşmaktadır. Tarihin ve insanlığın anlatamadıklarını anlatabilme gücüne vakıf değilim. Ben ancak kendi aciz düşüncelerimi dile getirip anlatabilirim.  Konumuza dönecek olursak tüm dünya için “yurtta sulh, cihanda sulh” diyen bu insanın sözünde ne tür anlamlar yatıyor olabilir?

Bilinen anlamı:

Yurtta ve tüm dünyada barış: Yurt dünya üzerinde bir yerdir. Kişinin vatanıdır. Yurt içerisinde barış ve huzur vuku bulunca ancak dünya üzerinde barış ve huzuru düşünebilir insan.  Aksi halde zaten dünyanın barış içinde olması kendi yurdunda savaş olması durumunda anlamını yitirir.

Benim açımdan ikinci anlamı:

Yurt ruhun geçici vatanı olan bedenidir. Kendi ile barışık olmayan yani ruhunun vatanında huzuru ve sulhü temin edemeyen bir insan , dışındaki dünya ile barışık olamaz. Kişi önce kendi ile barışmalı. Kendi zaaflarını, kötü yanlarını bilip kabullenmeli ve kendini geliştirmeye açık olmalı. Yani kendini iyi yönde değiştirmekten korkmamalı. Böylece kendi ile barışan insan dünya ile barışabilir.

Kur’ân’da “sulh” kelimesi bir âyette geçmiştir. Bu âyette, karı ile kocanın aralarında çıkan anlaşmazlığa son verip barışmaları söz konusu edilmiş ve sulhun hayırlı olduğu bildirilmiştir. Karı-koca arasında olduğu gibi fert ve toplumların aralarındaki sorunları çözüp barış içinde olmaları hayırdır. “Sulh”; daima kavga, savaş ve anlaşmazlıktan iyidir. İnsanın Rabbi, kendisi, ailesi, komşuları ve insanlarla barışık olması sulh’tur. (İ.K.) – Kaynak: http://www.mumsema.com/islami-kavramlar/117509-sulh-ne-demektir.html

Not: Yukarıdaki alıntıda parantez içinde bir (İ.K.) ibaresi var. Ne anlama geldiğini bilmiyorum. Ben de yazdıklarımın altına bazen İ.K. yazarım ya hani, yukarıdakinin benimle ilgisi yok onu diyim dedim. 🙂

Ehm diyerek sanki bunları sözlü anlatıyormuşum gibi bir eda ile devam edeyim…

Yani acaba Mustafa Kemal Atatürk bu ders verici sözüyle insanın önce kendisi ile barışık olması gerektiğini de söylemek istemiş midir? Neden olmasın? Eğer o söylemek istememiş ise böyle bir şey, ben rahatlıkla bu söze bu anlamı yükleyebilirim.  Bu durumda Yurtta Sulh, cihanda sulh ilkesinin benim için anlamı olduğundan da daha büyük olur.

İşte böylesine güzel anlamlar yüklenebilen bu ilkenin amacı görüldüğü üzere tüm dinler ile ortaktır bence. Çünkü tüm dinler çalmayacaksın, öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin demek suretiyle önce insanların kendi ruhlarıyla ve bedenleriyle olmak kaydıyla; çevresiyle, içerisindeki toplumun insanlarıyla barışı amaçlamış ve bu barış içinde yaratıcıya ibadetin yollarını göstermişlerdir. Tabii siz farklı bir yorum yapabilirsiniz. Hatta kim bilir belki aranızdan bir garip insan çıkar da belki der ki “yahu kardeşim utanmasan Atatürk’e peygamber diyeceksin!” .  Br insan bunu diyebilir mi? Diyenleri gördüm maalesef. Onlar ne dediğimi anlayamayacak kadar karanlıkta kalmışlar. Sonra dışarı çıktıklarında güneş yüzlerine vurunca gözleri kamaşmış güneşi suçlamışlar. Onlara cevabım şu olur “haşa! Bence Mustafa Kemal Atatürk tıpkı Fatih Sultan Mehmet gibi, tıpkı büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan gibi büyük bir önder ve liderdi. Alparslan 1071 de Anadolu’yu aldı ve Atatürk onu almak isteyenlere milletinin aziz kudretiyle dur dedi.”. Tabi bu cümlenin ardından  bu kez de “Fatih Sultan Mehmet’le mi eş tutuyorsun” diyebilirler. Derler, insanların aklı iyiliklere olduğu kadar kötülüklere de çalışır. Bu kez onlara da şunu derim: “Ey inandığını söyleyen! İkisi de insan değil mi?”  Bilmiyorum bu soru ve cevap onlara yeterli mi. Değil ise Allah’a sığınırım.

Açık ve net. İlke, önce  “Yurtta Barış!” diyor . Kendinle! Vatanında! ve Dünya ile!

Çok mu zor bunu anlamak. Çok mu zor sadece konuşmak isteyen insanlara “defol git” demeden dinleyebilmek. Çok mu zor gök kuşağının yedi rengine boyamak dünyayı? Farklı renkleri, sesleri duymak?  Çok mu zor güvercinler uçurtmak ve çok mu zor büyük önder Mustafa Kemal’i ve ilkelerini benimseyenleri anlamak?

Barış merhametli, bereketli, güzel bir kadına benzetilebilir. İnsan barışa sarıldığında mutlu olur, huzurlu olur, kavgadan uzak olur. Evine ekmek, çocuğuna aş götürebilir. Emniyette hisseder kendini. Tıpkı bir annenin çocuklarını kucakladığı gibi kucaklar barış insanları. O halde, barışa sığınmak gerek. Çünkü sadece barış içinde gerçekleştirir kul ibadetini ve sadece barış içinde aydınlanır insanlığın zerafeti…

Herkes için barış dilerim…

Tabi bunu dilerken sürç-i lisan ettimse affola.

13.09.2013 15:39 İ.K.

 

 

 

 

 

Bu konuda bir fikriniz mi var?

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.